7 Mayıs 2012 Pazartesi

Bodrum Milli Eğitiminde Öğretmen Sürgünleri


Bu öykü, 2010 yılında Bodrum’da öğretmen olarak görev yaparken sürgün edilen Zümrüt Sabancıoğullarından’a ve aynı yıl Bodrum Eğitim Sen temsilcisi olan değerli öğretmenimiz Engin Karataş’a ithaf edilmiştir.




Şoför kapının önünde öksürüyor. Araba hazır. Saat sabahın altısı. Birazdan eşyaları yükleyeceğiz. Eşim, ben ve çocuklar Fethiye’ye gidiyoruz. Çocukların benimle gelmelerinin nedeni birbirimizden ayrılamamamız. Ama ayrılmak zorundayız. Ben köyde kalacağım. Onlar Bodrum’da babalarının yanında olacak. Yorgunum. Kaç gündür uyuyamıyorum.
*
Bodrum dendiğinde herkesin aklına tatil geliyor. Çılgınca eğlenen insanlar, deniz sefaları, magazin dünyası, lüks tekneler… Dünyanın her yerinden, her yaz Bodrum’a akın var. Sokaklarında her renkten, her ülkeden binlerce insan... Herkesin acısı, herkesin Bodrumu farklı… Öğretmenler için Bodrum, Türkiye’nin çalışma koşulları en ağır ilçelerinden biri. Amir baskısı Türkiye ortalamasının üstünde. 2004 yılından 2012 yılına kadar onlarca öğretmen sürgünle cezalandırıldı.
*
Yatak odasındayım. Eşyalarımı valize yerleştiriyorum. Yıllardır giydiğim eteklerim, pantolonlarım. Kadir’in aldığı kazak… Küpelerim, çoraplarım. On yıldır giydiğim pardösüm. Bir taraftan ağlıyor, bir taraftan eşyalara bakıyorum. Kaşıklarımıza, tabaklarımıza… Yatak odamıza. Saksıdaki çiçeğe, çocukların elbiselerine, terliklerine... Duvarda duran resimler, fotoğraflar. Kızımın bebekliği. Kirli çamaşır sepeti. Bahçede yatan kedi. Limon ağacı, küçük çam ağacı…  Yaz bitiyor. Cırcır böcekleri sustu. Şiir bitti. İçimde şarkı vardı, sustu. Her şey sustu. Çocuklarım, eşim gülmez oldu. Yalnızca acılar kaldı bize. Burası benim evim. Evimi bırakmak zorundayım. Bana evimde, çocuklarımın yanında kalmak yasak.
*
Dar gelirliler için Bodrum pahalı bir ilçe. Ev fiyatları, dolmuş ücretleri yüksek. Zenginsen sorun yok. Çocuğunu özel okula verirsin. Devlet okulları yoksul öğrencilerle dolu. Ailelerin çoğu hizmet sektöründe çalışıyor. Otellerde, gemilerde, barlarda, restoranlarda... Herkes ucuz iş gücü. Gencecik delikanlılar ahır gibi odalarda sünger yatakların, kartonların üzerinde yatıp kalkıyor. Her tarafta yoksulluk. Her taraf pislik içinde… Mutfaklarında hamam böcekleri dolaşıyor. Böyle bir yerden çıkıp lüks bir otelde temizlik yapmaya gidiyorlar. Kendi evlerini temizlemeye vakit bulamayanlar bütün gün temizlik işinde çalışıyor. Temizliği yapanlar, köpük dansını, kokteylleri, yemekleri, salataları hazırlayanlar çocuklarına götürecek ekmek bulamıyor. Onlarca işçinin aylık kazancını bir gecede harcayanlarla dolu Bodrum.
*
Halikarnas… Ne hayallerle gelmiştik buraya. Son liman, son sığınak demiştik. Her yerde zulüm var. Kimden yardım isteyelim? Yoksulluk her yerde. Sığınacak yer bırakmadılar. Ekilecek, tavuk, cücük büyütülecek toprak kalmadı. Eski köy hayatı bitti. Her yer banka, her yer market, her yer şirket oldu. Köpekler dışarıda. Sürekli çoğalan, büyüyen köpekler. Halkın elini kolunu bağladılar. Bizi köpeklerin karşısında savunmasız bıraktılar.
*
-Anne gözlerin kızarmış.
-Geçer yavrum, uykusuzluktan.
Huzur yok. Uyku yok. Gitme zamanı yaklaştı. Pencereyle limon ağacı arasındaki çamaşır ipine bakıyorum. İki küçük çorap bir ipte yan yana. Hemen yanında eşimin çorabı var. Benim çorabım ipin diğer ucunda. Önceden olsa fark etmezdim. Şimdi daha iyi anlıyorum; gitmek kaderde varmış. Ama haksızlık! Hangi alın yazısı bu? Bu kaderi kabul edemiyorum. Kader değil… Zalimin zulmü kader değil.
*
Bodrum aslında küçük bir yer. Sokakların yaz kalabalığını gören kendisini İstanbul’da sanabilir. Yaz biter. Bodrum sakinleşir, el ayak çekilir. Uçaklar, otobüsler günlerce Bodrum’dan uzak illere insan boşaltır. Biz öğretmenler herkes gittikten sonra okullarımıza döneriz. Bu yıl bir arkadaşımız Fethiye’ye sürgün gitti. Saliha öğretmenimiz… Önceki yıllarda Marmaris’e, Dalaman’a, Ortaca ’ya, Yatağan’a, Kavaklıdere’ye, Muğla’ya. Bodrum’dan Muğla’nın her yerine sürgün var. Bu kaçıncı sürgün… Sırada kim var? Sürgünle cezalandırılmamak için ne yapmalıyız? Her şeye boyun eğmeliyiz, ne kadar haksızlık, usulsüzlük yapılırsa yapılsın ağzımızı açıp bir şey söylememeliyiz. Herkes bunu yapamıyor. Saliha öğretmen de yapamadı.
*
-Hep yanındayız Saliha, zor biliyorum ama üzme kendini. Çocukların için güçlü olmak zorundasın.
Öğretmen arkadaşım Nesrin bu. İki çocuk annesi… Komşu sayılırız. Eşi İsmail Marmaris’e sürgün gitti. Bölücülükten suçladılar. İsmail’i de eşinden, çocuklarından, öğrencilerinden ayırdılar. Bu ikinci yılları… Canım arkadaşım. Sanki kendisi güçlü olabiliyormuş gibi...
Sürgün sırası bizde. Üç yıl, çoluk çocuk Fethiye-Bodrum arasında mekik dokuyacağız. Sürünün diyecekler bize; kızıma, oğluma, eşime… Hadi sürünün, amire karşı gelmek neymiş görün! Of Allah’ım. Nasıl bir ülkede yaşıyoruz böyle…
*
Saliha okulumuzun kadrolu öğretmenlerinden… Beşinci sınıfı bitirmiş, birinci sınıf öğrencilerini almıştı. Okulun ikinci haftası müdürle arası açıldı. Saliha öğretmen, müdürün öğrenciler arasında ayrımcılık yaptığını söylüyordu. Müdür, başka illerden gelen yoksul çocukları bir sınıfa toplamış. Bu çocuklara göç çocukları adını taktı basın. Göç çocukları, sahil yörelerinde iş için dolaşan ailelerin çocukları. Bu aileler gittikleri yerde uzun süre kalamıyor. Nerde iş bulurlarsa orada çalışıyorlar. Otellerde, lokantalarda, teknelerde, inşaat işlerinde… Bu yıl Bodrum’dalarsa gelecek yıl Marmaris’teler. Zaten zor sorunlarla boğuşan aileler ve onların çocukları. Bu çocuklar, sürekli nakil olduklarından derslerde başarılı olamıyor. Gittikleri yerlerde uyum sorunu yaşıyorlar. Bazı okul müdürleri, eğitim başarımız düşmesin diye bu çocukları okulunda görmek istemiyor. Kimsenin böyle bir hakkı yok. Her çocuğun okuma hakkı var. İstemeye istemeye bu çocuklar okullara alınıyor. Bu kez de onları diğer çocuklardan ayırmak istiyorlar. Saliha öğretmen bu duruma itiraz etti. O günden sonra olaylar büyüdü. Vay sen misin müdüre karşı gelen. Başladılar Saliha öğretmeni baskı altına almaya, soruşturmalarla yıldırmaya…
*
Sınıfa girer girmez anladım. Bu çocuklar o çocuklardı. İlkokul fotoğrafım geldi aklıma. Hepsi benim gibi bakıyor. Hepsinin yüzünde çocukluğum var. Ürkek ürkek duran çocukluğum. Anne ne olur beni bırakma dediğim günler? Annemin dizlerine sarılıp ağladığım o an. Annem ağlama diyor. Burası okul. Dünyanın en güzel yeri okuldur. Korkma. Korkuyordum. Terk edilecekmişim gibi korkuyordum. Bu çocuklar da korkuyordu. Kaygılı gözlerle etraflarına bakıyorlardı. Benim de onlar gibi her şeyim azdı. Sevgiye, ilgiye, şefkate muhtaçtım. Babam evi terk edip gitmişti. Masumdular, yok yere suçlanmış gibiydiler. Kapının önünde bekle tamam mı, bir yere gitmeyeceğine söz ver. Söz kızım. Hep yanında olacağım, hiç bırakmayacağım seni. Babam da öyle demişti, ama gitti. Hani hiç bırakmayacaktı bizi? Bize kızmazsınız değil mi der gibi bakıyorlardı yüzüme. Yüzlerine bakınca içim yanıyor. İçimde bir çocuk ağlıyor. Okulun ikinci haftası… Öğretmenimi sevdim. Annem ev temizliğine gitti. Hala korkuyorum. Ya biri kızarsa... Kalk o sıradan derse. O sıra senin değil. Sana sıra yok. O sıra başkasına ait.  Ya ben? Ya biri sen git derse. Ama neden? Çünkü sen iyi bir çocuk değilsin. İyi çocuk olsaydın baban yanında olurdu. İyi çocuklar terk edilmez. Sen bu sınıfa layık değilsin! Sen hiçbir şeye layık değilsin! Anla işte, hadi kalk! Yüzlerinde garibanlık okunan çocuklar… Sanki sıramı elimden almışlar, beni herkesten ayırmışlar.
Yapamazsın bunu dedim müdüre. Çocukları birbirinden ayıramazsınız! O çocuklara iyi sınıf, bu çocuklara kötü sınıf veremezsiniz! Kimse size, seviye grupları oluşturun, öğrencileri birbirinden ayırın, yoksulları bir sınıfta toplayın demiyor. En azında devlet okullarında böyle bir uygulama yok. Sosyal farklılıkları nedeniyle çocuklar arasında ayrımcılık yapmak suç.
*
Öğretmen olarak adaletli bir uygulama istemek en doğal hakkım değil miydi? İtiraz ettim çünkü o çocuklardan biri bendim. Babam bir otelde aşçıydı. Bizi terk etmişti. Müdüre karşı duran ben değildim, içimdeki annemdi konuşan. Annemdi gördüklerine dayanamayan. Koşarak müdürün odasına gittim. Yapamazsınız bunu dedim. Çocuklarımızı ayrı sınıflara koyamazsınız! Korktum. Annem biraz daha sıkı tuttu ellerimi. Ya beni de sürerlerse dedim içimden. Annemin sesi: Korkma, güçlü olmalısın. Müdür, sen kim oluyorsun dedi anneme. O benim annem dedim. Kimse anneme bağıramaz! Kimse anneme sen kim oluyorsun diyemez. Ben bir vatandaşım. İnsanca muamele görmek için kim olmalıyım? Ben senin gibi müdür olmadım. Ömrümü amirlerden azar işiterek geçirmedim. Ben hep haklıdan yana oldum. Ben hep annem oldum. Annemden başka kimsem olmadı benim.  Kimse anneme bağıramaz! Bana bağıramaz! Çocuk değilim, öğretmenim ben. Bu kez dur diyorum; bu kez çocukluğumu ezdirmeyeceğim size! Ezemeyeceksiniz annemi. Kimseyi hor görmenize izin vermeyeceğim.
*
-Anneeee!
Kızım. Yanımdan ayrılmak istemiyor. Hazır kutuları arabaya taşıyoruz. Kutularda makarna, bulgur, nohut, yağ, şeker, çay var. Her zaman kasabaya inemem. Yiyeceklerimi yanımda götürmeliyim. Sen de küçük tüpü al. Üstüne bir şey koyma… Tüpü her yaktığımda, çayı ocağa her koyduğumda evimi düşüneceğim… Hadi gelin çocuklar yemek hazır, diyemeyeceğim. Çayın yanında zeytin, peynir, bir de yalnızlığım olacak.  Bu gün okulda ne yaptınız bakalım. Anne Metin’e bir şey söyle. Metin oğluuum, kardeşini rahat bırak. Aklımda yüzleri, beynimde sesleri olacak. Hadi yatın çocuklar, sabah erken kalkacaksınız. Gece sessiz. Uzaklarda köpekler havlıyor. Köyün içi karanlık… Lojmanın elektrikleri yanmıyor. Mum ışığında kalkıyorum tuvalete. Korkuyorum. Eşim Kadir elektrikler önemli diyor. Ama halledemedi. Elektrikçi gelecekti, hala gelmedi. Kaç gün oldu karanlıktayım. O kadar iyi ki köyün kadınları. Elektrikler oluncaya kadar bizde kal diyorlar. Kimseye yük olmak istemiyorum.
*
Bodrum’un hemen her okulunda öğretmenler baskı altında. Amirler müdürleri, müdürler öğretmenleri eziyor. Eğitimden sorumlu amirlerin en önemli işi öğretmenlere soruşturma açmak. Hak arayan öğretmenlere ceza vermek… Disiplin cezalarıyla birçok öğretmen sindirildi. Sürgün cezasıyla birçok öğretmenin evi barkı dağıtılmış durumda. Sürgün için önemli bir suç işleminiz gerekmiyor.  Amirler istemedikleri öğretmeni geçimsiz olmakla suçluyor, müdürüne saygısızlık yaptı diyorlar. Saygıdan kastettikleri her şeye boyun eğmeniz. Hakaret de görseniz boyun eğmeye mecbursunuz. Amirin, memura saygısızlığı hiç konu edilmiyor. Oturup karar alıyorlar: Şu öğretmeni sürgün edelim. Yetti artık. Usulsüz kararlarının altına koca amirler imza koyuyor. Kimse sormuyor: Şu Bodrum’da hiç mi suçlu müdür yok, hep mi öğretmenler suçlu? Kim bu öğretmenleri sürüp duran?
*
Yıl 2011… Bodrum’da öğretmen olmak sürgünü göze almak demek.  Küçük bir kasaba olduğu için olan bir olay, bir anda Bodrum’un her yerine yayılır. Bu günlerde bir okul müdürünün öğretmenlere şöyle dediği konuşuluyor: Bundan sonra öğretmenler odasına girdiğimde hepiniz ayağa kalkacaksınız! Amire saygı lazım, amirin önünde eğilen, el etek öpen olmazsa amir amirliğini hissedemez. Amirine saygı göstermeyen öğretmen, amirlere saygı duyan nesiller yetiştiremez.
Neler oluyor böyle? Birileri Bodrum’da ihtilal mı yaptı? Faşizmi kurdular da haberimiz mi yok? Bir başka müdür öğretmenlere hitap ederken hepinizin kafasını koparırım diyor. Bunu öyle bir eda ile söylüyor ki, ben müdürüm, sizler öğretmensiz. Haddinizi bilin! Esas olan müdürlüktür. Müdürün karşısında herkes esas duruşa geçecek.
*
Biliyor musun dün gece seni rüyamda gördüm anne. Saçlarımı okşadın, üzülme yavrum dedin bana. Hapishanedeymişiz. Okulu hapishane yapmışlar. Bir adam ayağa kalkın diyordu, ben girince hepiniz ayağa kalkmalısınız. Pencereden dışarı baktım. Duvarlarda Hitler’in resimleri… Parasız eğitim isteyen öğrenciler pankart açmış. Polis öğrencileri kovalıyor. Öğrenciler elleri yüzleri kan içinde bağırıyor: Adalet! Özgürlük! Eşitlik! Kahrolsun faşizm! Megafonda bir ses: Yakalayın! Koparın kafalarını! Müdürün sesi bu. Nefes alamadım. Göz gözü görmüyordu. Bomba atmışlardı. Gözlerimi yakan, tenimi acıtan bir duman vardı. Bir sürü öğrenci araçlara kapatılmıştı. Saçımdan tutmuş sürüyorlardı. Dumanların arasında seni bir ağaca bağladıklarını gördüm anne. Seni benden ayırmışlardı. Durun dedim. Bırakın annemi. Kimse annemin kafasını koparamaz. Artık kimse sana dokunamayacak anne. Yanındayım. Ben büyüdüm artık. Yokluğunda hep büyüdüm.
*
Öğretmenler odasında toplantı halindeydik. Müdür, hepinizin kafasını koparacağım, dedi. Bir an sessizlik oldu. Dondum kaldım. Pencerenin önüne bir güvercin kondu. Merhaba Saliha. Annee… Keşke ben de bir kuş olabilseydim. Bu odadan çıkabilsem anne. Kanatlarım olsaydı, bulutları geçebilseydim. Başka bir gezegene gitsek anne. Kimsenin kimseye kul olmadığı bir dünyamız olsa.
Müdür, asık yüzle konuşmaya devam ediyor.  Gözlerim karardı. Üzerimden hala kaynar sular boşalıyor. Bir diktatör edasıyla sanki kullarına sesleniyor.  Bu şekilde konuşmaya hakkınız yok! Bizler çocuk değiliz. Aramızda otuz yıllık öğretmenler var. Kimseden ses çıkmıyor. Neden hakkınızı aramıyorsunuz? Neden korkuyorsunuz? Ne demek hepinizin kafasını koparırım? Herkes zılgıtı yemiş oturuyor.
*
Müdür’ün neden böyle davrandığını anlamak için bağlı bulunduğu amiri tanımak lazım. Tüm müdürler bu amirin üslubuyla konuşuyor. Hal ve hareketleri müdürlere geçmiş. Amir müdürü, müdür öğretmeni azarlıyor… Önünü ilikle! Kravatını düzelt! Elini cebinden çek! Saçını kestir!  Sanki çocuk var karşısında. Bizler öğretmeniz. Ne demek saçını kestir, önünü ilikle. Otuz yıllık öğretmene nasıl söylersin bunu? Ne olmuş müdür olmuşsan?
*
Bir bayram günü stadyumdayız. Bodrum’un mülkü erkânı bayramı izliyor. Eşim Kadir, öğrencilerinin başında. Hava sıcak.  Boru sesi, davul sesi, zil sesi arasında bekliyoruz. Çocuklar ayakta beklemekten yoruldu. Sürekli su içiyorlar.  Ayakaltında bir sürü pet şişe var. Ben atmadım öğretmenim. Kim attıysa attı, toplayın şunları.  Birazdan geçit töreni başlayacak. Kadir, öğrencilerini sıraya sokuyor. Kaymakamın ve diğer amirlerin önünden geçeceğiz. 
Yürüyüş başladı. Kadir protokole yaklaşıyor. Önünüze bakın çocuklar, sıranızı bozmayın. Ayşe kızım, sağına bak, yanındakiyle aynı hizada ol. Tamam öğretmenim. Çocuklar yürümeye devam ediyor. Kadir telaşlı.  Sınıfını kaymakamın önünden sıralı bir şekilde geçirmeye çalışıyor.  Çocuklarla ilgilenirken sırtının kaymakama dönük olduğunu farketmiyor.
Ertesi gün üst amirden bir yazı:  Bayram töreninde neden sırtınız dönük olarak kaymakamın önünden geçtiniz?  Savunmanı yap. İstediğin kadar savun kendini. Ertesi gün bir yazı daha: Kınama cezasıyla cezalandırılmanız uygun görülmüştür. Yürüyüşünü beğenmedim, kaşını gözünü beğenmedim, al sana ceza. Gazeteler yazdı. Eşimin yürüyüşünden dolayı nasıl cezalandırıldığını bütün Türkiye duydu.  Cezayı verenler bundan etkilenmedi. Kimse amirlere öğretmeni nasıl bu şekilde cezalandırırsınız diye sormadı.
Aradan altı yıl geçti. Kadir de ben de hala bayramlarda o adamların önünden geçiyoruz. O adam Kadir’e bakıp sırıtıyor. İşte geçiş sırası Kadir öğretmende. Bakalım iyi yürüyecek mi? Yürüyemezse bu kez maaş kesimi cezası verelim. Ne dersiniz? Neden olmasın. Keh keh keh!
Bu kadarına artık dayanamıyorum. Her bayram eşime bakıp gülmelerine dayanamıyorum.  Bizim için işkenceden farkı kalmadı bayram törenlerinin. Onurumuz kırılıyor. Her yıl bu insanların; bu protokolün önünden geçmek istemiyorum. Bu işkenceye dur demek istiyorum. Bizi eziyorlar. Bundan zevk alıyorlar.  Hiçbirine saygım yok. Bunlar küçük adamlar. Küçük adamlar bizi izliyor. Onların partisi var. İktidara yaslanan güçlü. Bizler parti dayanışması içinde değiliz. Bizler birlik olamıyoruz, birlik olup hakkımızı arayamıyoruz.
*
Amirler, kime ceza vermek istiyorlarsa çok kolay suç bulabiliyorlar. Cezayı aldıktan sonrası size kalıyor. Suçsuzum diyeceksiniz. Her yere dilekçe vereceksiniz. Müfettişler ifadenizi almaya gelecek. Amiri şikâyet ettiğiniz için soruşturma size dönecek. Vali de olsa kimse şunu demiyor: Kaymakama sırtını döndü diye öğretmene ceza verdiniz öyle mi?  Böyle ceza mı olur? Nasıl insanlarsınız siz?  Aksine bir tekme de validen geliyor. Gelen yazıda cezanızın uygun olduğu görülmüştür yazıyor. Şimdi mahkemeye koş bakalım. Bakalım mahkeme ne diyecek?
*
Neden böyle davranıyorlar? Bana, eşime öfke duyuyorlar çünkü. Eşim de ben de sendikalıyız. Kadir, Bodrum’da devrimci bir sendikanın ilçe temsilcisi… Amirler, sendikalı öğretmen istemiyor. İlle de sendikalı olacaksanız, devlet güdümlü sendikanın üyesi olmalısınız. İşte size ileri demokrasi… Sendika üyesi olabilirsiniz ama hak arayamazsınız. Hakkınızı devlet güdümlü sendikayla, devlet ne kadar istiyorsa o kadar arayabilirsiniz. Eşim de ben de bu anlayışı benimsemiyoruz. A sendikasının üyesiyim diyorsun adamlar bölücü müsün diye soruyor. Haktan, hukuktan mı söz ettiniz? Parasız eğitim, parasız sağlık mı dediniz? Biz diyorlar, sizin ne terörist olduğunuzu iyi biliriz.
*
Geçen yıl müdürler toplantısında şöyle bir kararı hiç çekinmeden aldılar: Sendikal faaliyette bulunan öğretmenleri cezalandıralım. Bulunmayan öğretmenleri ödüllendirelim. Amir müdüre soruyor: A okulunda bir öğretmen iş bırakmış, B okulunda on öğretmen. Falancanın okulunda ise kimse iş bırakmamış. Demek ki B okulunun müdürü öğretmenleri yeteri kadar baskı altına alamamış. Müdür efendi, neler oluyor okulunda, alttan alta sendikal faaliyetlere göz mü yumuyorsun yoksa? İyi müdür, öğretmenlerine göz açtırmayan müdürdür. Yasal hakların kullanılmasına izin verdiğinizde kötü müdürsünüz. O zaman, bu müdürlerin de cezalandırılması lazım.
*
On öğretmen kaymakamlığın önünde eylem yapıyoruz. Bu gün öğretmenler günü. Elimizde pankartlar. Ücretli ve sözleşmeli öğretmenliğe hayır diyoruz. Kadir hasta. Böbreklerinden rahatsız. Doktor ilaç verdi. Tedavisi devam ediyor. Çocuklar evde. Bodrum genelinde yaklaşık iki yüz sendikalı öğretmeniz. Herkese mesaj gönderdik. Tüm eylemlerde demirbaş olarak Kadir’le ben varım. Daha iyi bir eğitim için, hayat için sendikamızın aldığı kararları desteklemeye çalışıyoruz. Neden on kişiyiz? Hiç olmazsa yüz kişi olabilseydik.  Sayımız azaldıkça amir baskısı artıyor. Demokratik hakkımızı kullanmak, düşük ücretle çalışan, iş güvencesi olmayan öğretmenlerin hakkını savunmak suç. Güvencesiz öğretmenler okullarda köle muamelesi görüyor. Onlara izin yok, hasta olmak yok.  Müdür ne diyorsa olur efendim diyeceksin; nöbet mi tut diyor, tutacaksın. Evrak işleri mi yaptırmak istiyor, yapacaksın. İstersen bu benim işim değil de. İtiraz eden işsiz kalır. Pankartları açtık. Yoldan geçen turistler bize bakıyor. Neden toplandığımızı merak eden bir turiste İngilizce cevap veriyorum: Herkes için insanca bir hayat istiyoruz. Yaşlı adam gülüyor. Sizinleyiz diyor, giderken zafer işareti yapıyor. Katil değiliz, devleti dolandırmadık. On kişi bir araya gelmiş demokratik, bilimsel eğitim talebinde bulunuyoruz… Bodrum’u siz karıştırıyorsunuz diyorlar bize. Suçlu Saliha öğretmenle Kadir öğretmen…  Öğretmenleri devlete karşı örgütlemekle suçlanıyoruz.
*
Eşimden sonra cezalandırılma sırası bende. Suçum, müdüre saygısızlık yapmak. Sen kim oluyorsun da müdürün, öğrenciler arasında ayrımcılık yaptığını söylüyorsun? Sarı sarf hazır. Muhakkikler olayı soruşturmaya değil beni suçlu düşürmeye çalışıyor. Soruşturma bitti. Karar alındı. Bodrum’dan uzaklaştırılacağım. Eski öğrencilerim, velilerim okulun önünde toplandı. Basına açıklama yaptılar. Saliha öğretmenin sürülmesine karşıyız dediler. Amirler karar almış, ferman büyük yerden. Artık kim kurtarabilir ki Saliha öğretmeni…
Sürgün kararını yazıp verdiler elime. Kızını, oğlunu, eşini, öğrencilerini bırakıp gideceksin buradan dediler. Seni artık Bodrum’da istemiyoruz. Bir süre düşündüm. Ne yapayım? Öğretmenlikten ayrılsam ne iş yapacağım? Bir otele girip yer mi silsem?  Turizm sektörünün çalışanları öğretmenlerden daha kötü durumda. Nereye gitseniz kölelik ücreti. Sığınacak hiçbir yer bırakmadılar. Her yerde işsizlik, zulüm, baskı… Sokaklar işsiz öğretmenlerle dolu. İşi olan haline şükrediyor.
*
Çocuklara ne diyeceğim? Müdürler beni Bodrum’da istemiyor. Asla bir müdürü kızdırmamak lazım.  Kızdırırsan sürerler. Mecbur kalırsın evinden, eşinden, çocuklarından ayrılmaya.  Müdürlerden korkacaksın. Çocuklar anlamıyor. Neden, niçin diye soruyorlar. Müdür amcaya söyleyelim, müdür amca bizi dinler, bize acır. Bu yalnız müdürün kararı değil, devlet bunu istedi. Devlet’e gidelim anne diyor kızım. Devlet bize acır. Annemi istiyoruz biz deriz… Kadir bir köşede sessiz… Bütün gün öfkeli, dişlerini sıkıyor, ne yapacağını bilemiyor.
Şimdi ben bu evi, çocuklarımı bırakıp gideceğim öyle mi? Bir yıl sonra evi Fethiye’ye taşısak diyorum. Kadir’in sağlık sorunları var. Köyün yakınlarında hastane yok. Hastaneye yakın bir yerde oturmak zorundayız. Yeniden bir araya nasıl geleceğiz? Savcılara başvuracağım, mahkeme günlerini bekleyeceğim. Güven diye bir şey bırakmadılar hayatımda. Kime gidelim? Kime anlatalım derdimizi?
*
-Anne bak bu senin bardağın!
Kızım Seda’nın sesi. Bardağı sarmış, çantama koyuyor. Artık çayımı sabahları yalnız içeceğim. Bardağa bakıp kızımı düşüneceğim. Bundan sonra nemli, bakımsız, küçük bir odada uyanacağım. Yanımda kimse olmayacak. Çocuklarımı on beş günde bir, belki ayda bir göreceğim. Tatilleri bekleyeceğim dört gözle… Haksızlık bu. Neden bu tecrit Allah’ım, neden bu ceza…
*
Bırakmadılar, izin vermediler mutlu olmamıza. Sadece işimi yapabilsem dünyanın en mesut insanı sayabilirdim kendimi. Öğrencilerime ders anlatmak, onları sevmek, hayata hazırlamak, büyüdüklerini, meslek sahibi olduklarını görmek… Çocuklarımın yanında olmak… Bundan daha büyük mutluluk düşünemem. Senelerdir soruşturmalar yüzünden kendimi işime veremiyorum. Gönül rahatlığı içinde öğretmenlik yapamadım. Mesleğe başladığım günden bu güne soruşturmaların ardı arkası kesilmedi. Sorun sendikalı olmam, aktif olmam, öğretmenlerin örgütlü olmasını istemem. Eşimle birlikte bu güne kadar onlarca savunma yazdık. Avukatların yazamayacağı metinlerle kendimizi savunduk ama hiç biri işe yaramadı. Hep amirlerin dediği oldu. Tuz kokunca yapacak bir şey kalmıyor.
Unutmadan söylemem lazım: Bodrum’da öğretmen haklarını bilen iyi bir avukata ihtiyacımız var. Gazetelere ilan versek… Paramız yok desek… Bir avukat yok mu savunmamızı gönüllü üstlenecek. Avukatımız olursa, her kızdıklarında ifademizi almaya kalkmazlar. Öğretmenler yalnız değil derler; avukatları var, bütün avukatlar bunların yanında. Bunlardan korkulur. Buradan tüm avukatlara seslenmek isterim. Öğretmenler olarak hepinizin hayatında yer aldık. Şimdi de çocuklarınızın hayatındayız. Çocuklarınızı okula bırakırken lütfen öğretmenlerle konuşun. Paraları olmadığı için onlar sizlerden yardım talep edemiyor. Bizleri ezmelerine izin vermeyin. Öğretmene sahip çıkmak geleceğimize sahip çıkmaktır.
*
Eşyalar yüklendi.  Yaklaşık dört saat yol gideceğiz. Önce asfalt, sonra toprak yol bitecek. Çocuklar iki gün beni yalnız bırakmayacak. Haftaya okullar açılıyor. Şoförün yanında iki kişilik boş yer var. Çocuklar pikabın kasasında gitmek istiyor. Eski bir pikabın içindeyiz. Sen öne geç diyorum Kadir’e, ben çocukların yanında durayım. Yoldan araçlar geçiyor. Lüks araçlarıyla tatile gidenler, tatilden dönenler. Fethiye, Marmaris, Bodrum, Dalaman… Türkiye’nin en gözde turizm mekânları. Hava bulutlandı. Aracın kasasında minderlerin üzerinde oturuyoruz. Yabancı turistler araçlardan bize bakıyor. Ne düşünüyorlar acaba? Belki de tarlaya çalışmaya gittiğimizi sanıyorlardır. Kadir şoförün yanından indi. Geçip oturdu karşıma. Çocuklar boynuma sarılıp duruyor. Hava karardı. Araçlar ışıklarını yaktı. Kadir yola bakıyor. Gözlerini görmemi istemiyor. Ama ben görüyorum… Gözlerinden asfalta damlalar dökülüyor. Acılarımızın üzerinden kamyonlar geçiyor.