Bu öykü, 2010 yılında Bodrum’da öğretmen olarak görev yaparken sürgün
edilen Zümrüt Sabancıoğullarından’a ve aynı yıl Bodrum Eğitim Sen temsilcisi
olan değerli öğretmenimiz Engin Karataş’a ithaf edilmiştir.
Şoför kapının önünde öksürüyor. Araba hazır. Saat sabahın
altısı. Birazdan eşyaları yükleyeceğiz. Eşim, ben ve çocuklar Fethiye’ye
gidiyoruz. Çocukların benimle gelmelerinin nedeni birbirimizden ayrılamamamız.
Ama ayrılmak zorundayız. Ben köyde kalacağım. Onlar Bodrum’da babalarının
yanında olacak. Yorgunum. Kaç gündür uyuyamıyorum.
*
Bodrum dendiğinde herkesin aklına tatil geliyor. Çılgınca
eğlenen insanlar, deniz sefaları, magazin dünyası, lüks tekneler… Dünyanın her
yerinden, her yaz Bodrum’a akın var. Sokaklarında her renkten, her ülkeden
binlerce insan... Herkesin acısı, herkesin Bodrumu farklı… Öğretmenler için
Bodrum, Türkiye’nin çalışma koşulları en ağır ilçelerinden biri. Amir baskısı
Türkiye ortalamasının üstünde. 2004 yılından 2012 yılına kadar onlarca öğretmen
sürgünle cezalandırıldı.
*
Yatak odasındayım. Eşyalarımı valize yerleştiriyorum.
Yıllardır giydiğim eteklerim, pantolonlarım. Kadir’in aldığı kazak… Küpelerim, çoraplarım.
On yıldır giydiğim pardösüm. Bir taraftan ağlıyor, bir taraftan eşyalara
bakıyorum. Kaşıklarımıza, tabaklarımıza… Yatak odamıza. Saksıdaki çiçeğe, çocukların
elbiselerine, terliklerine... Duvarda duran resimler, fotoğraflar. Kızımın
bebekliği. Kirli çamaşır sepeti. Bahçede yatan kedi. Limon ağacı, küçük çam
ağacı… Yaz bitiyor. Cırcır böcekleri
sustu. Şiir bitti. İçimde şarkı vardı, sustu. Her şey sustu. Çocuklarım, eşim
gülmez oldu. Yalnızca acılar kaldı bize. Burası benim evim. Evimi bırakmak
zorundayım. Bana evimde, çocuklarımın yanında kalmak yasak.
*
Dar gelirliler için Bodrum pahalı bir ilçe. Ev fiyatları,
dolmuş ücretleri yüksek. Zenginsen sorun yok. Çocuğunu özel okula verirsin. Devlet
okulları yoksul öğrencilerle dolu. Ailelerin çoğu hizmet sektöründe çalışıyor.
Otellerde, gemilerde, barlarda, restoranlarda... Herkes ucuz iş gücü. Gencecik
delikanlılar ahır gibi odalarda sünger yatakların, kartonların üzerinde yatıp
kalkıyor. Her tarafta yoksulluk. Her taraf pislik içinde… Mutfaklarında hamam
böcekleri dolaşıyor. Böyle bir yerden çıkıp lüks bir otelde temizlik yapmaya
gidiyorlar. Kendi evlerini temizlemeye vakit bulamayanlar bütün gün temizlik
işinde çalışıyor. Temizliği yapanlar, köpük dansını, kokteylleri, yemekleri,
salataları hazırlayanlar çocuklarına götürecek ekmek bulamıyor. Onlarca işçinin
aylık kazancını bir gecede harcayanlarla dolu Bodrum.
*
Halikarnas… Ne hayallerle gelmiştik buraya. Son liman, son
sığınak demiştik. Her yerde zulüm var. Kimden yardım isteyelim? Yoksulluk her
yerde. Sığınacak yer bırakmadılar. Ekilecek, tavuk, cücük büyütülecek toprak
kalmadı. Eski köy hayatı bitti. Her yer banka, her yer market, her yer şirket oldu.
Köpekler dışarıda. Sürekli çoğalan, büyüyen köpekler. Halkın elini kolunu
bağladılar. Bizi köpeklerin karşısında savunmasız bıraktılar.
*
-Anne gözlerin kızarmış.
-Geçer yavrum, uykusuzluktan.
Huzur yok. Uyku yok. Gitme zamanı yaklaştı. Pencereyle limon
ağacı arasındaki çamaşır ipine bakıyorum. İki küçük çorap bir ipte yan yana.
Hemen yanında eşimin çorabı var. Benim çorabım ipin diğer ucunda. Önceden olsa
fark etmezdim. Şimdi daha iyi anlıyorum; gitmek kaderde varmış. Ama haksızlık!
Hangi alın yazısı bu? Bu kaderi kabul edemiyorum. Kader değil… Zalimin zulmü
kader değil.
*
Bodrum aslında küçük bir yer. Sokakların yaz kalabalığını
gören kendisini İstanbul’da sanabilir. Yaz biter. Bodrum sakinleşir, el ayak
çekilir. Uçaklar, otobüsler günlerce Bodrum’dan uzak illere insan boşaltır. Biz
öğretmenler herkes gittikten sonra okullarımıza döneriz. Bu yıl bir arkadaşımız
Fethiye’ye sürgün gitti. Saliha öğretmenimiz… Önceki yıllarda Marmaris’e,
Dalaman’a, Ortaca ’ya, Yatağan’a, Kavaklıdere’ye, Muğla’ya. Bodrum’dan
Muğla’nın her yerine sürgün var. Bu kaçıncı sürgün… Sırada kim var? Sürgünle
cezalandırılmamak için ne yapmalıyız? Her şeye boyun eğmeliyiz, ne kadar
haksızlık, usulsüzlük yapılırsa yapılsın ağzımızı açıp bir şey söylememeliyiz.
Herkes bunu yapamıyor. Saliha öğretmen de yapamadı.
*
-Hep yanındayız Saliha, zor biliyorum ama üzme kendini.
Çocukların için güçlü olmak zorundasın.
Öğretmen arkadaşım Nesrin bu. İki çocuk annesi… Komşu
sayılırız. Eşi İsmail Marmaris’e sürgün gitti. Bölücülükten suçladılar. İsmail’i
de eşinden, çocuklarından, öğrencilerinden ayırdılar. Bu ikinci yılları… Canım
arkadaşım. Sanki kendisi güçlü olabiliyormuş gibi...
Sürgün sırası bizde. Üç yıl, çoluk çocuk Fethiye-Bodrum
arasında mekik dokuyacağız. Sürünün diyecekler bize; kızıma, oğluma, eşime… Hadi
sürünün, amire karşı gelmek neymiş görün! Of Allah’ım. Nasıl bir ülkede
yaşıyoruz böyle…
*
Saliha okulumuzun kadrolu öğretmenlerinden… Beşinci sınıfı
bitirmiş, birinci sınıf öğrencilerini almıştı. Okulun ikinci haftası müdürle
arası açıldı. Saliha öğretmen, müdürün öğrenciler arasında ayrımcılık yaptığını
söylüyordu. Müdür, başka illerden gelen yoksul çocukları bir sınıfa toplamış.
Bu çocuklara göç çocukları adını taktı basın. Göç çocukları, sahil yörelerinde
iş için dolaşan ailelerin çocukları. Bu aileler gittikleri yerde uzun süre
kalamıyor. Nerde iş bulurlarsa orada çalışıyorlar. Otellerde, lokantalarda,
teknelerde, inşaat işlerinde… Bu yıl Bodrum’dalarsa gelecek yıl Marmaris’teler.
Zaten zor sorunlarla boğuşan aileler ve onların çocukları. Bu çocuklar, sürekli
nakil olduklarından derslerde başarılı olamıyor. Gittikleri yerlerde uyum
sorunu yaşıyorlar. Bazı okul müdürleri, eğitim başarımız düşmesin diye bu çocukları
okulunda görmek istemiyor. Kimsenin böyle bir hakkı yok. Her çocuğun okuma
hakkı var. İstemeye istemeye bu çocuklar okullara alınıyor. Bu kez de onları
diğer çocuklardan ayırmak istiyorlar. Saliha öğretmen bu duruma itiraz etti. O
günden sonra olaylar büyüdü. Vay sen misin müdüre karşı gelen. Başladılar
Saliha öğretmeni baskı altına almaya, soruşturmalarla yıldırmaya…
*
Sınıfa girer girmez anladım. Bu çocuklar o çocuklardı.
İlkokul fotoğrafım geldi aklıma. Hepsi benim gibi bakıyor. Hepsinin yüzünde
çocukluğum var. Ürkek ürkek duran çocukluğum. Anne ne olur beni bırakma dediğim
günler? Annemin dizlerine sarılıp ağladığım o an. Annem ağlama diyor. Burası
okul. Dünyanın en güzel yeri okuldur. Korkma. Korkuyordum. Terk edilecekmişim
gibi korkuyordum. Bu çocuklar da korkuyordu. Kaygılı gözlerle etraflarına
bakıyorlardı. Benim de onlar gibi her şeyim azdı. Sevgiye, ilgiye, şefkate
muhtaçtım. Babam evi terk edip gitmişti. Masumdular, yok yere suçlanmış
gibiydiler. Kapının önünde bekle tamam mı, bir yere gitmeyeceğine söz ver. Söz
kızım. Hep yanında olacağım, hiç bırakmayacağım seni. Babam da öyle demişti,
ama gitti. Hani hiç bırakmayacaktı bizi? Bize kızmazsınız değil mi der gibi bakıyorlardı
yüzüme. Yüzlerine bakınca içim yanıyor. İçimde bir çocuk ağlıyor. Okulun ikinci
haftası… Öğretmenimi sevdim. Annem ev temizliğine gitti. Hala korkuyorum. Ya
biri kızarsa... Kalk o sıradan derse. O sıra senin değil. Sana sıra yok. O sıra
başkasına ait. Ya ben? Ya biri sen git
derse. Ama neden? Çünkü sen iyi bir çocuk değilsin. İyi çocuk olsaydın baban
yanında olurdu. İyi çocuklar terk edilmez. Sen bu sınıfa layık değilsin! Sen
hiçbir şeye layık değilsin! Anla işte, hadi kalk! Yüzlerinde garibanlık okunan
çocuklar… Sanki sıramı elimden almışlar, beni herkesten ayırmışlar.
Yapamazsın bunu dedim müdüre. Çocukları birbirinden
ayıramazsınız! O çocuklara iyi sınıf, bu çocuklara kötü sınıf veremezsiniz!
Kimse size, seviye grupları oluşturun, öğrencileri birbirinden ayırın,
yoksulları bir sınıfta toplayın demiyor. En azında devlet okullarında böyle bir
uygulama yok. Sosyal farklılıkları nedeniyle çocuklar arasında ayrımcılık
yapmak suç.
*
Öğretmen olarak adaletli bir uygulama istemek en doğal
hakkım değil miydi? İtiraz ettim çünkü o çocuklardan biri bendim. Babam bir
otelde aşçıydı. Bizi terk etmişti. Müdüre karşı duran ben değildim, içimdeki
annemdi konuşan. Annemdi gördüklerine dayanamayan. Koşarak müdürün odasına
gittim. Yapamazsınız bunu dedim. Çocuklarımızı ayrı sınıflara koyamazsınız! Korktum.
Annem biraz daha sıkı tuttu ellerimi. Ya beni de sürerlerse dedim içimden.
Annemin sesi: Korkma, güçlü olmalısın. Müdür, sen kim oluyorsun dedi anneme. O
benim annem dedim. Kimse anneme bağıramaz! Kimse anneme sen kim oluyorsun
diyemez. Ben bir vatandaşım. İnsanca muamele görmek için kim olmalıyım? Ben senin
gibi müdür olmadım. Ömrümü amirlerden azar işiterek geçirmedim. Ben hep
haklıdan yana oldum. Ben hep annem oldum. Annemden başka kimsem olmadı benim. Kimse anneme bağıramaz! Bana bağıramaz! Çocuk
değilim, öğretmenim ben. Bu kez dur diyorum; bu kez çocukluğumu ezdirmeyeceğim
size! Ezemeyeceksiniz annemi. Kimseyi hor görmenize izin vermeyeceğim.
*
-Anneeee!
Kızım. Yanımdan ayrılmak istemiyor. Hazır kutuları arabaya
taşıyoruz. Kutularda makarna, bulgur, nohut, yağ, şeker, çay var. Her zaman
kasabaya inemem. Yiyeceklerimi yanımda götürmeliyim. Sen de küçük tüpü al.
Üstüne bir şey koyma… Tüpü her yaktığımda, çayı ocağa her koyduğumda evimi
düşüneceğim… Hadi gelin çocuklar yemek hazır, diyemeyeceğim. Çayın yanında zeytin,
peynir, bir de yalnızlığım olacak. Bu
gün okulda ne yaptınız bakalım. Anne Metin’e bir şey söyle. Metin oğluuum,
kardeşini rahat bırak. Aklımda yüzleri, beynimde sesleri olacak. Hadi yatın
çocuklar, sabah erken kalkacaksınız. Gece sessiz. Uzaklarda köpekler havlıyor.
Köyün içi karanlık… Lojmanın elektrikleri yanmıyor. Mum ışığında kalkıyorum tuvalete.
Korkuyorum. Eşim Kadir elektrikler önemli diyor. Ama halledemedi. Elektrikçi
gelecekti, hala gelmedi. Kaç gün oldu karanlıktayım. O kadar iyi ki köyün
kadınları. Elektrikler oluncaya kadar bizde kal diyorlar. Kimseye yük olmak
istemiyorum.
*
Bodrum’un hemen her okulunda öğretmenler baskı altında.
Amirler müdürleri, müdürler öğretmenleri eziyor. Eğitimden sorumlu amirlerin en
önemli işi öğretmenlere soruşturma açmak. Hak arayan öğretmenlere ceza vermek…
Disiplin cezalarıyla birçok öğretmen sindirildi. Sürgün cezasıyla birçok
öğretmenin evi barkı dağıtılmış durumda. Sürgün için önemli bir suç işleminiz
gerekmiyor. Amirler istemedikleri
öğretmeni geçimsiz olmakla suçluyor, müdürüne saygısızlık yaptı diyorlar. Saygıdan
kastettikleri her şeye boyun eğmeniz. Hakaret de görseniz boyun eğmeye
mecbursunuz. Amirin, memura saygısızlığı hiç konu edilmiyor. Oturup karar
alıyorlar: Şu öğretmeni sürgün edelim. Yetti artık. Usulsüz kararlarının altına
koca amirler imza koyuyor. Kimse sormuyor: Şu Bodrum’da hiç mi suçlu müdür yok,
hep mi öğretmenler suçlu? Kim bu öğretmenleri sürüp duran?
*
Yıl 2011… Bodrum’da öğretmen olmak sürgünü göze almak
demek. Küçük bir kasaba olduğu için olan
bir olay, bir anda Bodrum’un her yerine yayılır. Bu günlerde bir okul müdürünün
öğretmenlere şöyle dediği konuşuluyor: Bundan sonra öğretmenler odasına
girdiğimde hepiniz ayağa kalkacaksınız! Amire saygı lazım, amirin önünde eğilen,
el etek öpen olmazsa amir amirliğini hissedemez. Amirine saygı göstermeyen
öğretmen, amirlere saygı duyan nesiller yetiştiremez.
Neler oluyor böyle? Birileri Bodrum’da ihtilal mı yaptı? Faşizmi
kurdular da haberimiz mi yok? Bir başka müdür öğretmenlere hitap ederken
hepinizin kafasını koparırım diyor. Bunu öyle bir eda ile söylüyor ki, ben
müdürüm, sizler öğretmensiz. Haddinizi bilin! Esas olan müdürlüktür. Müdürün
karşısında herkes esas duruşa geçecek.
*
Biliyor musun dün gece seni rüyamda gördüm anne. Saçlarımı
okşadın, üzülme yavrum dedin bana. Hapishanedeymişiz. Okulu hapishane
yapmışlar. Bir adam ayağa kalkın diyordu, ben girince hepiniz ayağa
kalkmalısınız. Pencereden dışarı baktım. Duvarlarda Hitler’in resimleri…
Parasız eğitim isteyen öğrenciler pankart açmış. Polis öğrencileri kovalıyor. Öğrenciler
elleri yüzleri kan içinde bağırıyor: Adalet! Özgürlük! Eşitlik! Kahrolsun
faşizm! Megafonda bir ses: Yakalayın! Koparın kafalarını! Müdürün sesi bu. Nefes
alamadım. Göz gözü görmüyordu. Bomba atmışlardı. Gözlerimi yakan, tenimi acıtan
bir duman vardı. Bir sürü öğrenci araçlara kapatılmıştı. Saçımdan tutmuş
sürüyorlardı. Dumanların arasında seni bir ağaca bağladıklarını gördüm anne.
Seni benden ayırmışlardı. Durun dedim. Bırakın annemi. Kimse annemin kafasını
koparamaz. Artık kimse sana dokunamayacak anne. Yanındayım. Ben büyüdüm artık. Yokluğunda
hep büyüdüm.
*
Öğretmenler odasında toplantı halindeydik. Müdür, hepinizin
kafasını koparacağım, dedi. Bir an sessizlik oldu. Dondum kaldım. Pencerenin
önüne bir güvercin kondu. Merhaba Saliha. Annee… Keşke ben de bir kuş
olabilseydim. Bu odadan çıkabilsem anne. Kanatlarım olsaydı, bulutları
geçebilseydim. Başka bir gezegene gitsek anne. Kimsenin kimseye kul olmadığı
bir dünyamız olsa.
Müdür, asık yüzle konuşmaya devam ediyor. Gözlerim karardı. Üzerimden hala kaynar sular
boşalıyor. Bir diktatör edasıyla sanki kullarına sesleniyor. Bu şekilde konuşmaya hakkınız yok! Bizler
çocuk değiliz. Aramızda otuz yıllık öğretmenler var. Kimseden ses çıkmıyor. Neden
hakkınızı aramıyorsunuz? Neden korkuyorsunuz? Ne demek hepinizin kafasını
koparırım? Herkes zılgıtı yemiş oturuyor.
*
Müdür’ün neden böyle davrandığını anlamak için bağlı
bulunduğu amiri tanımak lazım. Tüm müdürler bu amirin üslubuyla konuşuyor. Hal ve
hareketleri müdürlere geçmiş. Amir müdürü, müdür öğretmeni azarlıyor… Önünü
ilikle! Kravatını düzelt! Elini cebinden çek! Saçını kestir! Sanki çocuk var karşısında. Bizler
öğretmeniz. Ne demek saçını kestir, önünü ilikle. Otuz yıllık öğretmene nasıl
söylersin bunu? Ne olmuş müdür olmuşsan?
*
Bir bayram günü stadyumdayız. Bodrum’un mülkü erkânı bayramı
izliyor. Eşim Kadir, öğrencilerinin başında. Hava sıcak. Boru sesi, davul sesi, zil sesi arasında
bekliyoruz. Çocuklar ayakta beklemekten yoruldu. Sürekli su içiyorlar. Ayakaltında bir sürü pet şişe var. Ben atmadım
öğretmenim. Kim attıysa attı, toplayın şunları.
Birazdan geçit töreni başlayacak. Kadir, öğrencilerini sıraya sokuyor. Kaymakamın
ve diğer amirlerin önünden geçeceğiz.
Yürüyüş başladı. Kadir protokole yaklaşıyor. Önünüze bakın
çocuklar, sıranızı bozmayın. Ayşe kızım, sağına bak, yanındakiyle aynı hizada
ol. Tamam öğretmenim. Çocuklar yürümeye devam ediyor. Kadir telaşlı. Sınıfını kaymakamın önünden sıralı bir şekilde
geçirmeye çalışıyor. Çocuklarla
ilgilenirken sırtının kaymakama dönük olduğunu farketmiyor.
Ertesi gün üst amirden bir yazı: Bayram töreninde neden sırtınız dönük olarak
kaymakamın önünden geçtiniz? Savunmanı
yap. İstediğin kadar savun kendini. Ertesi gün bir yazı daha: Kınama cezasıyla
cezalandırılmanız uygun görülmüştür. Yürüyüşünü beğenmedim, kaşını gözünü
beğenmedim, al sana ceza. Gazeteler yazdı. Eşimin yürüyüşünden dolayı nasıl
cezalandırıldığını bütün Türkiye duydu. Cezayı verenler bundan etkilenmedi. Kimse
amirlere öğretmeni nasıl bu şekilde cezalandırırsınız diye sormadı.
Aradan altı yıl geçti. Kadir de ben de hala bayramlarda o
adamların önünden geçiyoruz. O adam Kadir’e bakıp sırıtıyor. İşte geçiş sırası
Kadir öğretmende. Bakalım iyi yürüyecek mi? Yürüyemezse bu kez maaş kesimi cezası
verelim. Ne dersiniz? Neden olmasın. Keh keh keh!
Bu kadarına artık dayanamıyorum. Her bayram eşime bakıp
gülmelerine dayanamıyorum. Bizim için
işkenceden farkı kalmadı bayram törenlerinin. Onurumuz kırılıyor. Her yıl bu
insanların; bu protokolün önünden geçmek istemiyorum. Bu işkenceye dur demek
istiyorum. Bizi eziyorlar. Bundan zevk alıyorlar. Hiçbirine saygım yok. Bunlar küçük adamlar.
Küçük adamlar bizi izliyor. Onların partisi var. İktidara yaslanan güçlü. Bizler
parti dayanışması içinde değiliz. Bizler birlik olamıyoruz, birlik olup
hakkımızı arayamıyoruz.
*
Amirler, kime ceza vermek istiyorlarsa çok kolay suç
bulabiliyorlar. Cezayı aldıktan sonrası size kalıyor. Suçsuzum diyeceksiniz. Her
yere dilekçe vereceksiniz. Müfettişler ifadenizi almaya gelecek. Amiri şikâyet
ettiğiniz için soruşturma size dönecek. Vali de olsa kimse şunu demiyor:
Kaymakama sırtını döndü diye öğretmene ceza verdiniz öyle mi? Böyle ceza mı olur? Nasıl insanlarsınız siz? Aksine bir tekme de validen geliyor. Gelen
yazıda cezanızın uygun olduğu görülmüştür yazıyor. Şimdi mahkemeye koş bakalım.
Bakalım mahkeme ne diyecek?
*
Neden böyle davranıyorlar? Bana, eşime öfke duyuyorlar çünkü.
Eşim de ben de sendikalıyız. Kadir, Bodrum’da devrimci bir sendikanın ilçe
temsilcisi… Amirler, sendikalı öğretmen istemiyor. İlle de sendikalı
olacaksanız, devlet güdümlü sendikanın üyesi olmalısınız. İşte size ileri
demokrasi… Sendika üyesi olabilirsiniz ama hak arayamazsınız. Hakkınızı devlet
güdümlü sendikayla, devlet ne kadar istiyorsa o kadar arayabilirsiniz. Eşim de
ben de bu anlayışı benimsemiyoruz. A sendikasının üyesiyim diyorsun adamlar
bölücü müsün diye soruyor. Haktan, hukuktan mı söz ettiniz? Parasız eğitim,
parasız sağlık mı dediniz? Biz diyorlar, sizin ne terörist olduğunuzu iyi
biliriz.
*
Geçen yıl müdürler toplantısında şöyle bir kararı hiç
çekinmeden aldılar: Sendikal faaliyette bulunan öğretmenleri cezalandıralım.
Bulunmayan öğretmenleri ödüllendirelim. Amir müdüre soruyor: A okulunda bir
öğretmen iş bırakmış, B okulunda on öğretmen. Falancanın okulunda ise kimse iş
bırakmamış. Demek ki B okulunun müdürü öğretmenleri yeteri kadar baskı altına
alamamış. Müdür efendi, neler oluyor okulunda, alttan alta sendikal
faaliyetlere göz mü yumuyorsun yoksa? İyi müdür, öğretmenlerine göz açtırmayan
müdürdür. Yasal hakların kullanılmasına izin verdiğinizde kötü müdürsünüz. O
zaman, bu müdürlerin de cezalandırılması lazım.
*
On öğretmen kaymakamlığın önünde eylem yapıyoruz. Bu gün
öğretmenler günü. Elimizde pankartlar. Ücretli ve sözleşmeli öğretmenliğe hayır
diyoruz. Kadir hasta. Böbreklerinden rahatsız. Doktor ilaç verdi. Tedavisi
devam ediyor. Çocuklar evde. Bodrum genelinde yaklaşık iki yüz sendikalı
öğretmeniz. Herkese mesaj gönderdik. Tüm eylemlerde demirbaş olarak Kadir’le
ben varım. Daha iyi bir eğitim için, hayat için sendikamızın aldığı kararları desteklemeye
çalışıyoruz. Neden on kişiyiz? Hiç olmazsa yüz kişi olabilseydik. Sayımız azaldıkça amir baskısı artıyor.
Demokratik hakkımızı kullanmak, düşük ücretle çalışan, iş güvencesi olmayan
öğretmenlerin hakkını savunmak suç. Güvencesiz öğretmenler okullarda köle
muamelesi görüyor. Onlara izin yok, hasta olmak yok. Müdür ne diyorsa olur efendim diyeceksin; nöbet
mi tut diyor, tutacaksın. Evrak işleri mi yaptırmak istiyor, yapacaksın.
İstersen bu benim işim değil de. İtiraz eden işsiz kalır. Pankartları açtık.
Yoldan geçen turistler bize bakıyor. Neden toplandığımızı merak eden bir
turiste İngilizce cevap veriyorum: Herkes için insanca bir hayat istiyoruz. Yaşlı
adam gülüyor. Sizinleyiz diyor, giderken zafer işareti yapıyor. Katil değiliz,
devleti dolandırmadık. On kişi bir araya gelmiş demokratik, bilimsel eğitim
talebinde bulunuyoruz… Bodrum’u siz karıştırıyorsunuz diyorlar bize. Suçlu Saliha
öğretmenle Kadir öğretmen… Öğretmenleri
devlete karşı örgütlemekle suçlanıyoruz.
*
Eşimden sonra cezalandırılma sırası bende. Suçum, müdüre saygısızlık
yapmak. Sen kim oluyorsun da müdürün, öğrenciler arasında ayrımcılık yaptığını
söylüyorsun? Sarı sarf hazır. Muhakkikler olayı soruşturmaya değil beni suçlu
düşürmeye çalışıyor. Soruşturma bitti. Karar alındı. Bodrum’dan
uzaklaştırılacağım. Eski öğrencilerim, velilerim okulun önünde toplandı. Basına
açıklama yaptılar. Saliha öğretmenin sürülmesine karşıyız dediler. Amirler
karar almış, ferman büyük yerden. Artık kim kurtarabilir ki Saliha öğretmeni…
Sürgün kararını yazıp verdiler elime. Kızını, oğlunu, eşini,
öğrencilerini bırakıp gideceksin buradan dediler. Seni artık Bodrum’da
istemiyoruz. Bir süre düşündüm. Ne yapayım? Öğretmenlikten ayrılsam ne iş
yapacağım? Bir otele girip yer mi silsem?
Turizm sektörünün çalışanları öğretmenlerden daha kötü durumda. Nereye
gitseniz kölelik ücreti. Sığınacak hiçbir yer bırakmadılar. Her yerde işsizlik,
zulüm, baskı… Sokaklar işsiz öğretmenlerle dolu. İşi olan haline şükrediyor.
*
Çocuklara ne diyeceğim? Müdürler beni Bodrum’da istemiyor. Asla
bir müdürü kızdırmamak lazım.
Kızdırırsan sürerler. Mecbur kalırsın evinden, eşinden, çocuklarından
ayrılmaya. Müdürlerden korkacaksın. Çocuklar
anlamıyor. Neden, niçin diye soruyorlar. Müdür amcaya söyleyelim, müdür amca
bizi dinler, bize acır. Bu yalnız müdürün kararı değil, devlet bunu istedi. Devlet’e
gidelim anne diyor kızım. Devlet bize acır. Annemi istiyoruz biz deriz… Kadir
bir köşede sessiz… Bütün gün öfkeli, dişlerini sıkıyor, ne yapacağını
bilemiyor.
Şimdi ben bu evi, çocuklarımı bırakıp gideceğim öyle mi? Bir
yıl sonra evi Fethiye’ye taşısak diyorum. Kadir’in sağlık sorunları var. Köyün
yakınlarında hastane yok. Hastaneye yakın bir yerde oturmak zorundayız. Yeniden
bir araya nasıl geleceğiz? Savcılara başvuracağım, mahkeme günlerini
bekleyeceğim. Güven diye bir şey bırakmadılar hayatımda. Kime gidelim? Kime
anlatalım derdimizi?
*
-Anne bak bu senin bardağın!
Kızım Seda’nın sesi. Bardağı sarmış, çantama koyuyor. Artık
çayımı sabahları yalnız içeceğim. Bardağa bakıp kızımı düşüneceğim. Bundan
sonra nemli, bakımsız, küçük bir odada uyanacağım. Yanımda kimse olmayacak. Çocuklarımı
on beş günde bir, belki ayda bir göreceğim. Tatilleri bekleyeceğim dört gözle…
Haksızlık bu. Neden bu tecrit Allah’ım, neden bu ceza…
*
Bırakmadılar, izin vermediler mutlu olmamıza. Sadece işimi
yapabilsem dünyanın en mesut insanı sayabilirdim kendimi. Öğrencilerime ders
anlatmak, onları sevmek, hayata hazırlamak, büyüdüklerini, meslek sahibi
olduklarını görmek… Çocuklarımın yanında olmak… Bundan daha büyük mutluluk
düşünemem. Senelerdir soruşturmalar yüzünden kendimi işime veremiyorum. Gönül
rahatlığı içinde öğretmenlik yapamadım. Mesleğe başladığım günden bu güne
soruşturmaların ardı arkası kesilmedi. Sorun sendikalı olmam, aktif olmam,
öğretmenlerin örgütlü olmasını istemem. Eşimle birlikte bu güne kadar onlarca
savunma yazdık. Avukatların yazamayacağı metinlerle kendimizi savunduk ama hiç
biri işe yaramadı. Hep amirlerin dediği oldu. Tuz kokunca yapacak bir şey
kalmıyor.
Unutmadan söylemem lazım: Bodrum’da öğretmen haklarını bilen
iyi bir avukata ihtiyacımız var. Gazetelere ilan versek… Paramız yok desek… Bir
avukat yok mu savunmamızı gönüllü üstlenecek. Avukatımız olursa, her
kızdıklarında ifademizi almaya kalkmazlar. Öğretmenler yalnız değil derler;
avukatları var, bütün avukatlar bunların yanında. Bunlardan korkulur. Buradan tüm
avukatlara seslenmek isterim. Öğretmenler olarak hepinizin hayatında yer aldık.
Şimdi de çocuklarınızın hayatındayız. Çocuklarınızı okula bırakırken lütfen
öğretmenlerle konuşun. Paraları olmadığı için onlar sizlerden yardım talep
edemiyor. Bizleri ezmelerine izin vermeyin. Öğretmene sahip çıkmak geleceğimize
sahip çıkmaktır.
*
Eşyalar yüklendi.
Yaklaşık dört saat yol gideceğiz. Önce asfalt, sonra toprak yol bitecek.
Çocuklar iki gün beni yalnız bırakmayacak. Haftaya okullar açılıyor. Şoförün
yanında iki kişilik boş yer var. Çocuklar pikabın kasasında gitmek istiyor.
Eski bir pikabın içindeyiz. Sen öne geç diyorum Kadir’e, ben çocukların yanında
durayım. Yoldan araçlar geçiyor. Lüks araçlarıyla tatile gidenler, tatilden
dönenler. Fethiye, Marmaris, Bodrum, Dalaman… Türkiye’nin en gözde turizm
mekânları. Hava bulutlandı. Aracın kasasında minderlerin üzerinde oturuyoruz.
Yabancı turistler araçlardan bize bakıyor. Ne düşünüyorlar acaba? Belki de
tarlaya çalışmaya gittiğimizi sanıyorlardır. Kadir şoförün yanından indi. Geçip
oturdu karşıma. Çocuklar boynuma sarılıp duruyor. Hava karardı. Araçlar
ışıklarını yaktı. Kadir yola bakıyor. Gözlerini görmemi istemiyor. Ama ben
görüyorum… Gözlerinden asfalta damlalar dökülüyor. Acılarımızın üzerinden
kamyonlar geçiyor.